Yazar Ekibimizin İlk Toplantısından…
Yazar Ekibimizin İlk
Toplantısından…
Esen olsun arkadaşlar.
11 Ekim Çarşamba günü ilk
toplantımızı yaptık. Katılan, katılamayan arkadaşlara teşekkürler. Fikir
alışverişlerinin bol ve verimli olduğu bir toplantıyı geride bırakmaktan
mutluluk duyuyoruz. Kaçıranlar için toplantıda konuşulan konulardan birkaçını
özet geçeceğim.
İlk olarak mesleğimize yönelik “bir şeyler” yapmak isteyenleri etrafımızda görmek eminim, herkese moral kaynağı oluyordur. Evet. İlk yazımda yapabileceklerimizin ufak bir değerlendirmesini yapmıştım, toplantıda bunlar biraz daha ayrıntılandı.
Peki bunlar nelerdi?
Blog sayfamızı şiirlerle, edebiyattan kesitlerle, kitapların psikolojik tahlilleriyle, film incelemeleriyle, anketlerle, röportajlarla renklendirecek arkadaşlarımızın olduğunu gördük.
İlk olarak mesleğimize yönelik “bir şeyler” yapmak isteyenleri etrafımızda görmek eminim, herkese moral kaynağı oluyordur. Evet. İlk yazımda yapabileceklerimizin ufak bir değerlendirmesini yapmıştım, toplantıda bunlar biraz daha ayrıntılandı.
Peki bunlar nelerdi?
Blog sayfamızı şiirlerle, edebiyattan kesitlerle, kitapların psikolojik tahlilleriyle, film incelemeleriyle, anketlerle, röportajlarla renklendirecek arkadaşlarımızın olduğunu gördük.
Mesela bir röportaj konusu
olarak “Şizofreni nedir?” şeklinde sokağa inip şizofreni dendiğinde akla neler
geliyor öğrenebiliriz diye düşündük.
Çocuklara özel röportaj yapabiliriz dedik.
Şimdiden bir röportaj yaptık bile, şuan teknik ayrıntılarla uğraşılıyor. :)
Çocuklara özel röportaj yapabiliriz dedik.
Şimdiden bir röportaj yaptık bile, şuan teknik ayrıntılarla uğraşılıyor. :)
Kitap okuma etkinliği
yapabiliriz dedik, hatta öneri bile geldi: Yusuf Atılgan-Anayurt Oteli.
Sonrasında dikkat etmemiz
gereken iki konudan bahsettik. Bunlardan ilki particilikten, adamcılıktan,
grupçuluktan kısaca bizi bölen siyasetten uzak durmamız gerektiğiydi. İnsan
politik bir varlıktır diye öğretildi. Ancak biz, insanın yapısındaki politiklik
olarak siyasetin, başkalarının dertleriyle dertlenmek noktasında kalmasına özen
göstereceğiz. Bu konuda ayrışmalara karşı olarak aramızdaki bağları güçlendirecek;
üzerinde yaşadığımız toprak yani vatan için en doğrusunu, mesleğimizde
ilerleyerek yapacağız.
İkincisi ise Türkçe’ye
gereken önemin verilmesi konusuydu… Tarihte birçok devletin kendi dili olmuş,
dilleriyle düşünmüş, dilleriyle bilim yapmış, dilleriyle ticaret yapmış yani
kısaca dilleriyle yaşamışlardır.
Devletlerin dillerini ne
pahasına olursa olsun korumaya çalışıp, koruyamayanların ise tarihten birer
birer silindiğini okuduk. Sezar’ın hakim olduğu coğrafyada diğer milletler
arasında Latince’yi yaymak için çeşitli propagandalar yaptığına şahit olduk.
Hatta bu propaganda öyle bir hale geldi ki, o zamanın şartlarında “Latince
bilmeyenler adam değildir” düşüncesini zihinlere yerleştirdi. Bugün tıp
alanındaki bilim dilinin Latince olmasındaki en temel faktör Sezar’ın yaptığı
bu çalışmayla bu alandaki bilimsel gelişmelerin temellerinin Latince ile
atılmış olmasındandır. Latince bilmeyenler adam değildir diyerek Sezar haklı mıydı bilmem ama bugün doktor olup ta o Latince terimleri bilmeyene doktor denmiyor.
Bunu İngilizler de gittiği her ülkede yapmaya çalıştı, hatta kurdukları dil okullarının kapanmaması için milyarlarca devlet desteği sağlamışlardır. Mesela Türkiye’de bir Fransız markasının veya fabrikasının kapatılmasındansa Fransızca eğitim veren bir okulun kapatılmasına kıyametlerin en büyüğünü koparacaklarını görebiliriz.
Dünya dili diye de bir şey ortaya atılmış gibi yaşıyoruz, bunu anlamıyorum. Nereye gidiyorsan, o yerde nerenin kültürü, dili hakimse orada yaşayabilmek için oranın dilini öğrenmek zorundasın. Hangi ülkeyle ticaret, iş, etkileşim yapmak istiyorsun? O zaman o ülkenin dilini öğrenmelisin. Bugün geride kalmış içten içe kendine, kendi diline güvenmeyen ne kadar ülke varsa, mesela Cezayir’e gitseniz onlara göre dünya dili Fransızca’dır. Dünya’nın Fransızca konuştuğunu zanneder. Propagandalar da bu yöndedir. Kazakistan’a gittiğinizde dünya dili Rusça’dır. Adamlar öyle zannediyor. Psikolojileri, algıları bu yönde. Bu yöne doğru devşirilmiş. İngilizce bilmez çoğu. O birkaç dil bilen insanların çok az bir bölümü İngilizce bilir ve konuşur. Geneli Türkçe ve Rusça bilir. Bizim ülkemizde de ne yazık ki İngilizce’nin dünya dili olduğu yönünde çok fazla görüş var. İngilizce bilmeyenin iş bulamayacağını söylerler. Fakat olay bu şekilde değildir. Resmi dili Japonca olan bir yerde veya bir Japon firmasıyla iş yapacaksınız. Sizden hangi dili isteyecekler?
Gelişmiş denilen başka bir anlamda kolları dışarıya fazla uzanan ülkelere baktığımızda, mesela Fransızlar dünyanın Fransızca öğrenmesi gerektiğini düşünürler ve güvenle ileri bakarlar. Afrika’nın neredeyse yarısına Fransızca’yı zorunlu kıldılar. Hadi o adamlara başka bir dil öğret. Yapamazsın. Vizyonunu Fransız çizmiş çünkü. Aynı şekilde İngilizler, İngilizce’nin, İspanyollar İspanyolca’nın. Zaten dünyada en çok ve en yaygın konuşulan dil, Çin’den sonra bu diller arasında gidip geliyor.
Hoca’ya dünyanın merkezi neresi diye sormuşlar. "Aha şu bastığım yer!" demiş. İşte bizim için de Türkçe böyledir. Merkezdedir. Hal böyleyken ikinci, üçüncü bir yabancı dilin öğrenilmesine elbette karşı değiliz. Hatta öğrenilmesi de gerekir. Gelişmeleri daha iyi takip edebilmek, farklılıkları öğrenebilmek adına faydalıdır da. Ancak anadile de sahip çıkılmalıdır.
Bunu İngilizler de gittiği her ülkede yapmaya çalıştı, hatta kurdukları dil okullarının kapanmaması için milyarlarca devlet desteği sağlamışlardır. Mesela Türkiye’de bir Fransız markasının veya fabrikasının kapatılmasındansa Fransızca eğitim veren bir okulun kapatılmasına kıyametlerin en büyüğünü koparacaklarını görebiliriz.
Dünya dili diye de bir şey ortaya atılmış gibi yaşıyoruz, bunu anlamıyorum. Nereye gidiyorsan, o yerde nerenin kültürü, dili hakimse orada yaşayabilmek için oranın dilini öğrenmek zorundasın. Hangi ülkeyle ticaret, iş, etkileşim yapmak istiyorsun? O zaman o ülkenin dilini öğrenmelisin. Bugün geride kalmış içten içe kendine, kendi diline güvenmeyen ne kadar ülke varsa, mesela Cezayir’e gitseniz onlara göre dünya dili Fransızca’dır. Dünya’nın Fransızca konuştuğunu zanneder. Propagandalar da bu yöndedir. Kazakistan’a gittiğinizde dünya dili Rusça’dır. Adamlar öyle zannediyor. Psikolojileri, algıları bu yönde. Bu yöne doğru devşirilmiş. İngilizce bilmez çoğu. O birkaç dil bilen insanların çok az bir bölümü İngilizce bilir ve konuşur. Geneli Türkçe ve Rusça bilir. Bizim ülkemizde de ne yazık ki İngilizce’nin dünya dili olduğu yönünde çok fazla görüş var. İngilizce bilmeyenin iş bulamayacağını söylerler. Fakat olay bu şekilde değildir. Resmi dili Japonca olan bir yerde veya bir Japon firmasıyla iş yapacaksınız. Sizden hangi dili isteyecekler?
Gelişmiş denilen başka bir anlamda kolları dışarıya fazla uzanan ülkelere baktığımızda, mesela Fransızlar dünyanın Fransızca öğrenmesi gerektiğini düşünürler ve güvenle ileri bakarlar. Afrika’nın neredeyse yarısına Fransızca’yı zorunlu kıldılar. Hadi o adamlara başka bir dil öğret. Yapamazsın. Vizyonunu Fransız çizmiş çünkü. Aynı şekilde İngilizler, İngilizce’nin, İspanyollar İspanyolca’nın. Zaten dünyada en çok ve en yaygın konuşulan dil, Çin’den sonra bu diller arasında gidip geliyor.
Hoca’ya dünyanın merkezi neresi diye sormuşlar. "Aha şu bastığım yer!" demiş. İşte bizim için de Türkçe böyledir. Merkezdedir. Hal böyleyken ikinci, üçüncü bir yabancı dilin öğrenilmesine elbette karşı değiliz. Hatta öğrenilmesi de gerekir. Gelişmeleri daha iyi takip edebilmek, farklılıkları öğrenebilmek adına faydalıdır da. Ancak anadile de sahip çıkılmalıdır.
Dil, bir ülkenin can
damarıdır. Kültürünün, çalışmaların, sosyal ilişkilerin temelidir. Devletin
kurucu lideri olan ulu önder Atatürk’ün tabiriyle devletin dili Türkçe olarak
belirlendi. Bizim de dilimize gereken özeni göstermemiz sadece vicdanımızın
borcu değil, gelecek nesillerimizin de bizim geliştirdiğimiz ülkede rahatça
hareket edebilmesinin temelindeki belki de en önemli zorunluluktur.
Evet toplantıda bunlar konuşuldu. Öğretmenlerimiz, bilenler bilmeyenlere söylesin, duyanlar duymayanlara anlatsın derdi. Ben de gelenler gelmeyenlere söylesin, okuyanlar okumayanlara anlatsın diyorum…
Evet toplantıda bunlar konuşuldu. Öğretmenlerimiz, bilenler bilmeyenlere söylesin, duyanlar duymayanlara anlatsın derdi. Ben de gelenler gelmeyenlere söylesin, okuyanlar okumayanlara anlatsın diyorum…
Furkan BAYRAM
Koü PDR/2
Yorumlar
Yorum Gönder